Gecikmiş Bir Sonbahar Yazısı

Eylül ayı sonunda bir günden:

Bazı günler buzdolabı ekstra ilgi bekliyor, beklemiş meyveleri komposto, sütleri peynir, salatalıkları turşu yapmak gerekiyor. Bugün öyle bir gündü. İnsan bunların hepsini yapıp bir kenara koyunca  kendini mutlu hissediyor. Üretmenin mutluluğu. Ziyan olmadı, "üredi" hissi. 

Bazı günler düdüklü günü olarak sayfalara geçiyor. Düdüklülerce nohut, buğday, mercimek, fasulye haşlayıp paket paket buzluğa kaldırmanın haklı gururunu yaşamak diye de bir şey var hanımlık literatüründe. Zor zamanda bu hazır bakliyatlarla hiç öyle 'akşamdan suya koy' polemiği yaşamadan hop bir çorba, bir salata yapıvermenin dayanılmaz hafifliği diye de bir şey var. 

Ya da buzluk doldurma günleri, 1 kilodan köfte yapıp buzdolabı poşetlerinde buzluğa atmak, 5-6 yufkadan börek sarıp buzluğa atmak, buzlukta her daim bir mozaik pasta hazır tutmak veya dolma hazırlayıp çiğken buzluğa atmak, kemik suyu hazırlayıp karton bardaklarda buzlukta saklamak. Hepsi hayatı çok kolaylaştıran hamleler. Bezelye, barbunya, vişne, balık, vb.mevsiminde depolanan şeyleri saymıyorum bile. 


Yine bazı günler kaplarca taze yemek yapmak insana iyi geliyor. Sonraki günlere yatırım gibi. Yüksek lisansta iki çocuklu öğretmen bir arkadaş "Pazar günleri Balkan Lokantası günü yapıyorum." diyordu. Bilenler bilir, Beşiktaş ve Sirkeci'de şubesi olan bu lokantanın çok esaslı, çeşit çeşit ve bol kepçe ev yemekleri meşhurdur.  Bu lokantakiler gibi kap kap sulu yemek yapıp dolaba/buzluğa atıyormuş. Hem çalışıp hem okurken bütün bir haftayı kurtarmak adına stratejik bir hamle. "Dolapta bir şeyler var" rahatlığı.

Başka bir arkadaşımla mektuplaşırken konuştuğumuz bir mevzu idi bu hazırlıklı olma durumu. Günümüzde insanlar refah seviyeleri artmış olsa dahi evlerine birisi gelecek diye korkar olmuş. Yemek yok, ikram ne çıkarayım fikri de bahane olmuş. En iyisi diyordu azıcık gayretli olup dolapta hep birşeyler bulundurmak ve misafirdir/yolcudur duyunca hemen yemeğe almak, sevapları kapmak. Bunlar bir yana hele ki evde bebek/çocuk varsa o dolapta zaten her daim taze bir çorba olmalı. O zaman kendini silahlı hissediyor insan. Yani "dolapta bir şeyler var" rahatlığı çok yönlü bir rahatlık.

Bence "büyük ev" olmak demek biraz da bununla alakalı. Geleni gideni, yiyeni içeni, Allah adını ananı bol evler. Aynı zamanda ev sahiplerinin dışarıda da aktif olduğu, çok hayırlara koştuğu, dar vakitte eve girince de dışarıdan almak yerine, elinin altında  kısa sürede ortaya konacak sağlıklı ve evde yapılmış nimetler bulduğu. Özendiğim evler.

Buluşmaların, toplanmaların hep dışarıda olduğu, adım başı kafe görmeye alıştığımız günümüzde böyle evler ne kadar mukaddes. Dinlediğim bir sohbette, kadın-erkek aslî görevlerimizden birinin de "evlerimize dönmek" olduğunun altı çiziliyordu. Evlerimize dönmek, evde buluşmak, evde pişirmek, evde yemek, evde evlat yetiştirmek. Hem içerideki çekirdek kadroya faydalı olup, hem de etraftaki yaralara merhem olmaya çalışmak. Daha etkili, daha sağlıklı, kapitalist dünyanın dayatmalarından da daha uzak gibi. Bu koca dünyanın tuzaklarından, tüketelim diye elimize tutuşturduğu koca  kovalarca tavuk kanatlarından, koca bardaklarca kahvelerinden küçücük evlerimize sığınarak kurtulabilmek mümkün mü? Hayal mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Almanya gezisi, Stuttgart ve Ludwisburg, 1.5.18

Waldorf Yöntemiyle Çocuğumu Büyütüyorum Kitabı Hakkında

Ayarlarla Oynamak, Oyuncak Müzesi-2