Almanya gezisi, Stuttgart ve Ludwisburg, 1.5.18
Daha önce yazdığım gibi annemler burada iken 5 gün de Almanya'daydık. Teyzemler sağolsunlar, çok güzel günler geçirdik. Almanya'da gittiğimiz yerlerden biri de Stuttgart oldu.
Genel olarak Stuttgart
Bu şehir Almanya'nın güneyinde bulunuyor ve Almanya'nın en büyük altıncı şehri. Avrupa'da artık alıştığımız üzere kendisi bir eyalete bağlı; Baden-Württemberg eyaletinin başkenti. Almanya'nın en dağlık ve en yeşillik büyükşehirlerinden biri imiş. Şahidiz, şehrin kurulduğu düzlük de oldukça yeşildi, şehrin etrafındaki tepeler de. Ben daha önce hiç duymamıştım ama aramızda duyanlar varmış, burası Mercedes-Benz ve Porsche'nin genel merkezlerinin ve büyük fabrika kampüslerinin bulunduğu şehirmiş. Porsche'unkini hiç görmedik ama Mercedes'inkini önünden geçerken gördük, git git bitmiyor. Ayrıca şehirde bu markalara ait müzeler de bulunuyor. Bu şehri bu markalar öyle domine etmiş ki merkezdeki ana tren istasyonun tepesinde bile kocaman bir Mercedes amblemi gurur ve ihtişamla dönüyor. Ayrıca bu markaların fabrikalarında çalışanların, işçi dahi olsa, çok çılgın maaşlar aldığını da duyduk. Fabrika yakınlarında Türk yerleşimi de fazla imiş.
Bu şehir Almanya'nın güneyinde bulunuyor ve Almanya'nın en büyük altıncı şehri. Avrupa'da artık alıştığımız üzere kendisi bir eyalete bağlı; Baden-Württemberg eyaletinin başkenti. Almanya'nın en dağlık ve en yeşillik büyükşehirlerinden biri imiş. Şahidiz, şehrin kurulduğu düzlük de oldukça yeşildi, şehrin etrafındaki tepeler de. Ben daha önce hiç duymamıştım ama aramızda duyanlar varmış, burası Mercedes-Benz ve Porsche'nin genel merkezlerinin ve büyük fabrika kampüslerinin bulunduğu şehirmiş. Porsche'unkini hiç görmedik ama Mercedes'inkini önünden geçerken gördük, git git bitmiyor. Ayrıca şehirde bu markalara ait müzeler de bulunuyor. Bu şehri bu markalar öyle domine etmiş ki merkezdeki ana tren istasyonun tepesinde bile kocaman bir Mercedes amblemi gurur ve ihtişamla dönüyor. Ayrıca bu markaların fabrikalarında çalışanların, işçi dahi olsa, çok çılgın maaşlar aldığını da duyduk. Fabrika yakınlarında Türk yerleşimi de fazla imiş.
Rota oluşturuldu!
Arabayı ücretsiz park yeri bulabildiğimiz bir ara sokağa koyup, yürüyerek merkez tren istasyonunun olduğu yere varıyoruz. Burada istasyonun karşısında küçük bir krepçi kiosku var, biz şehirlerde gezerken şüpheli olandan kaçmak adına böyle yerlerden hiç birşey almazken teyzemlerin kefil olması ile buradan birer çikolatalı krep alıyoruz ki hiç fena değil ve yumurta kokmuyor. Bu kioskun önünden ileri doğru uzanan cadde sağlı sollu mağazalarla çevrili Königstrasse. Yani kral yolu, bu ada sahip caddeleri başka şehirlerde de gördük genelde saraya doğru giden yol oluyor ki bu sefer de öyle idi. Bu uzun caddenin sonunda Schlossplatz yani Saray Meydanı var.
Burada şu an Württemberg eyalet müzesi olarak kullanılan Altes Schloss (Eski Saray), şu an Milli Eğitim Bakanlığınca kullanılan Neues Schloss (Yeni Saray), Concordia Heykeli ve Melek Çeşmesi bulunuyor.
Concordia Heykeli 1840 yılında Kral I.Wilhelm'in anısına dikilmiş. Melek çeşmesi ise Württemberg'in yedi nehrini temsilen inşa edilmiş.
Modern savaşlar, siz ne vahşisiniz!
Almanya'nın çoğu gibi Stuttgart da II. Dünya Savaşı'nda yaralar almış şehirlerden. Çoğu gördüğümüz yapı yeniden inşa edilmişti, yeni olduğu çok belli olan taşlarla. Bu bana çok acaip geliyor mesela yine Stuttgart'ta gördüğümüz, bu meydana yakın Stiftkirsche adındaki kilise de 11.yy'da inşa edilmiş ve 20.yy'a kadar yerinde sakin sakin durmuş. 1944'te II. Dünya Savaşı esnasında gelen bir bomba ile hop yerle bir olmuş. Almanlar burayı 1958 yılında tekrar inşa etse de dışını yaparken aslında sadık kalıp gotikli motikli yapmışlar ama içini çok modern bir şekilde dizayn etmişler, garip bir duygu yaşatıyor insana bu yeniden inşalar bence. Tamam ne fena şekilde insanlar göçüyor gidiyor ama böyle neredeyse 1000 yıldır aynı yerde duran yapının, kültürün, mirasın, aktarımın birden yok olması da çok acı bir şey. İnsanlar yıllar içinde kümülatif olarak ne anlamlar yüklemişler ona, bu "anlam" bomba alıyor, hafıza bomba alıyor. Gidenler inancına göre şehit/kahraman oluyor ama bu yapıların yok olması ile kalanların tarihlerine, kimliklerine tutunacak dalları da kırılmış oluyor. Şam-ı Şerif'i düşünüyorum mesela şu an, Haleb'i düşünüyorum, sonra Kudüs'e ne olacak? Kimse toplanıp geri getiremez gidenleri. Hesabı kimden sorulacak?
Bir de bu savaşta yıkılıp yeniden yapılmış yahut yapılmamış binaları düşününce aklıma herkesin gözü önünde öğretmenden haksız yere tokat yiyen 6-7 yaşlarında bir erkek çocuğu geliyor. (Biraz Uçurtmayı Vurmasınlar filmindeki gibi bir çocuk.) Kızarmış yanağı ile öyle tahtanın önünde duruyor, mahcup, öfkeli, canı yanmış, çok üzgün. Bu binaların yeniden yapılma veya yapılmama serüveninde de bu çocuğun verebileceği olası tepkilerden biri var sanki. Aynen yapılırsa çocuk daha duygusal demek gibi, geçmişine bağlı, saygılı. Ama böyle yapılmayıp da yerlerine modern binalar inşa edilirse çocuk daha hırçın, daha geçmişe değil geleceğe dönük gibi. Rotterdam böyleydi mesela, eminim ilk yıkıldığında Rotterdam da çok üzülmüştür ama sonra "Acımadı ki, acımadı ki" der gibi gidenlerin yerine yeni, futuristik, modern binalar inşa etmişler ve şehir bugün onlarla anılıyor. Her durumda gücün insanı ve tabiatı hiçe sayması acıklı tabii ki.
Württemberg eyalet müzesi
Gelelim yeniden yapılmış yapılardan Württemberg Eyalet Müzesine. Eski saray yerine inşa edilmiş bu müzenin girişini aşırı güzel pembe at kestaneleri donatmıştı. İçinde ise eski krallardan, kraliçelerden kalan pek çok eşya sergileniyordu. Taçlar, tahtlar oldukça göz alıcı idi ama saat ve usturlap koleksiyonu ayrıca ihtişamlıydı. Yalnız komik olan bir şey, 17.yy eşyaları sergilenirken "yeni çağa yeni bir alet" lansmanı ile sergilenen usturlap aslında milattan önce bile kullanılıyor ve 1000li yıllarda Müslüman alimlerin ellerinde geliştikçe gelişiyordu. Yani esasen bir şeyle yeni tanışmanız o şeyin yeni olduğu anlamına gelmez. Eğer siz başkalarını göremeyecek kadar kendinize odaklanmamışsanız. Ya da bilinçli olarak gözünüzü kapatmıyorsanız.
Sarayın iç avlusundan bir görüntü
Burayı iyice gezip kralların ilginç mezarlarını vesair şeyleri de gördükten sonra şehrin daha kuzeyinde bulunun Ludwisburg kasrına doğru yola koyuluyoruz. Ama önce bir şeyler yemek için yer arıyoruz.
Osmanlı Tulumbacısı, Feuerbach
Bize genel olarak gideceğimiz yerleri teyzemin kızı Meryem gezdirdi. Sağolsun çok da güzel yerler gösterdi. Yemek yemek için yer ararken de burayı önerdi. Osmanlı Tulumbacısı. Almanya'da böyle de otantik bir yer. Bakırlar, semaverler, renkli camdan avizeler, Selçuklu, Osmanlı motifleri, büyük bir alan. Tam bir doğu masalı oluşturmaya çalışmışlar. İçeride yalnızca Türk olmadığını görmek de güzel oldu. Almanya'da da Müslüman Türk gençlerin en azından bir kısmının artık zarurî ihtiyaçlarını halletmiş olup, işin tahsiniyyat yani estetik kısmına geçmiş olduğunu, böyle şeyler aradığını görmek güzel. Ama umarım sonu Türkiye'deki gibi çürümüşlüğe gitmez. Ben 5-10 yıl önceki Almanya Türklerini büyük başörtülü filan hatırlıyorum çünkü. Zenginlik geldikçe kafada bone elde sigaraya doğru gidiş hızlanmaz umarım. Kastettiğim kullanılan tekstilin büyüklük küçüklüğü değil, kastettiğim bir yaşam ve ahlak tarzının değişimi. Her neyse, bunu yazdığım şu Ramazan günlerinde orada yediğimiz pideyi anıyor ve yutkunuyorum. Etraf ve yemekler oldukça güzeldi.
Doğa değil tarih olsun, doğada tarih en iyisi!
Meryem bize bu leziz yemekten sonra Ludwisburg kasrının olduğu koruya gitmeyi öneriyor. Buraya kadar gezi rotamızı oluştururken kendisinden bizi doğal güzellikler olan yerlere değil de tarihi yerlere götürmesini istemiştik. Böyle ilk geldiğimiz yerlerde eğer vaktimiz de azsa doğal parkları filan gezmek mantıklı gelmiyor bana aynı yeşilliği Karadeniz'de de görebileceğimiz için. Meryem buraya kadar öyle yaptı. Ama bu aşamada bize önerdiği Ludwisburg Kasrı hem doğayı hem tarihi birleştiren, kaymaklı kadayıf gibi bir yer oldu.
Seeschloss Monrepos, Korudaki binalardan biri, Kaynak
Burası kralların av köşkü gibi kullandıkları binaların olduğu, içinde harika bir göl de barındıran bir koru. Gün batımını burada görmek, gökyüzünün mavili pembeli, turunculu renklerinin yeşil göle battığını müşahede etmek harika idi.
Ayaklar üzerinde geçen yorucu bir günün sonunu böyle getirmek çok ferahlatıcı oldu. Ayşe Zülfa da gönlünce topraklarda süründü.
Stuttgart hatıralarımızda Ludwisburg'ta gün batımı renkleri ve buranın serinleten havası ile kalacak sanırım zira ilk intiba kadar son intiba da önemli.
Yorumlar
Yorum Gönder