Kayıtlar

Ekim, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Maastricht Üniversitesi'nde Bir Baltalı Türk, 9.10.17

Resim
Daha önce eşimin doktora araştırması için Hollanda’da bulunduğumuzu yazmıştım. Uçuş tarihimizin belli olduğunu buradaki üniversiteye söylediğimiz ilk anda bize hemen ailecek üniversitenin uluslararası araştırmacılar birimini ziyaret etmemiz için bir randevu oluşturdular. Eşim, ben ve 11 aylık kızımızı bir arada kanlı canlı görmek istediler. Geldik, yerleştik, randevu tarihi geldi ve adı geçen birime gittik. Olgun şık bir bayan ve genç salaş bir bey, bizi gayet güzel karşıladılar. Bir masa etrafına oturduk, bizim kız da başköşede tabii. Gerekli olan bilgileri anlattılar, bazı dokümanlar ve broşürler verdiler. E bizim kız başköşede dedik, boş durmuyor haliyle. İlk şaşkınlığı atlattıktan sonra açıldı, sürekli onunla ilgilenilmesini ve eline oyalanacak bir şeyler verilmesini istiyor. Annesi tabii ki hazırlıklı, evden çıkarken son anda elime geçen bir oyuncağı çantama atıvermiştim, “dur kızım hemen onu çıkarayım da oyna” diye eline tutuşturdum. Bu, bir alet edevat setinin içinden çıkan

Hollanda’ya Geliş Hikâyemiz ve Nasip

Resim
İki yakası ve üç köprüsü olan bir şehir daha Eşim daha onu tanıdığım ilk günlerde bahsetmişti doktora araştırması için yurtdışında belli bir dönem ailece kalma isteğinden. Makul gelmişti. Sonra evlendik, ilk yılımız ev olma telaşı, benim tezimin telaşı sonra hamilelik telaşı, sonra vefat, doğum telaşı, bir insanı ortaya çıkarma telaşı derken geçti ve ikinci yıl dönümümüz gelip kapıya dayanmışken yani ortalama bir buçukuncu yılımızda yurtdışı düşüncesi tekrar gündeme geldi. Ben mütemadiyen kızımızla ilgilenirken eşim Avrupa’da bazı üniversitelere başvuruyordu, kendi üniversitesinde bir şeyleri ayarlamaya çalışıyordu. Ben mütemadiyen kızımızla ilgileniyordum. Bu iş olursa şimdi olmalıydı ama olmazsa da sorun değildi. Aslına bakılırsa, ortada bir sürü somut delil olmasına rağmen bu işin gerçekleşeceğine bir türlü inanmıyordum galiba. İnanmamak değil de şöyle diyelim; elhamdülillah bir kızımız vardı ve elhamdülillah ki ben mütemadiyen kızımızla ilgileniyordum bu yüzden de olayın iç

Uçurtma Avcısı Üzerine

Uçurtma Avcısı Khaled Hosseini Everest Yayınları, 440 sayfa Ortaokuldan beri insanın ciğerini delen bir sürü kitap okudum. Hani şu hepimizin okuduğu uluslararası kült olmayı başarmış kitaplardan; en başta Şekerportakalı , Güneşi Uyandıralım ve Delifişek üçlüsü. Ağlatan kitaplar. Ama yalnızca gözlerin dolup yaşarmasından bahsetmiyorum, göz seviyesinde ağlatan kitaplar değil; ciğer seviyesinde ağlatan kitaplar. Bizzat birinci tekil şahıs olarak kahramanlarının ağzından anlatılmış çocukluk kırıklıkları, çocukluk eziklikleri, çocuk hüzünleri. Yani çok saf hüzünler. Dünyanın, umduğu yer çıkmamasının hayal kırıklığını çocuk kalbi ile kavrayan, hayalleri daha çocukken tuz buz olan kalplerin hikâyesi. Ha, mesela benim için böyle kitaplardan biri de Amicis’in Çocuk Kalbi ’dir. Bir diğeri Gümüş Patenler ve hatta Küçük Prens . (Hocamız Ali Çaylı ne iyi etmiş de bizi bu kitaplarla tanıştırmış.)  Uçurtma Avcısı da böyle başlıyor. Afganistan’da varlıklı, soylu, sünnî ve sözü sayılan

Girizgâh

Resim
Bismillahirrahmanirrahim Yedi yıl önce açmaya çalıştığım blogun giriş yazısında şöyle demişim: E ğer hafızama üşüşen onca şey arasından bazı sadık akisler bulup çıkarabilirsem, onlar olacak burada, yani çok bir şey olmayacak.  Cemil amcanın dediği gibi: “Fransızlarda ‘mezar taşları gibi yalan söylemek’ gibi bir tekerleme var. Kendi hayat hikayesini anlatmak da buna benzer. Önce hafızamızın aynasında sadık akisler aramak ve onları infiallerimizin, egoizmimizin eklediği çizgilerden ayırt etmek kabil mi?" Ne kadar da davetkâr(!) bir giriş yazısı değil mi? Şimdi şöyle diyorum: Hayat çok hızlı akıp geçiyor, bilirsiniz hızla giden bir aracın içinde sabit durabilmek için bir yerlere tutunmak lazım. Bu blog benim için bir çeşit tutunma aracı olacak. Devamını göreceğiz. Herkese iyi seyirler dilerim. *Fotoğraf Bursa'nın ara sokaklarından, eylül-2016