İsviçre-Zürih, 03.05.18

Kaç gündür, tarihe bakarsak yaklaşık iki aydır, bu yazıyı yazmak var aklımda, yapılacak işler arasında sıraya girmiş bekleyip duruyordu. Ama başka hayatî işler sürekli sırasını kapıyordu Zürih'in. İşte şimdi sıra size de geldi Zürih hanım, arz-ı endam edebilirsiniz

 

Zannedilebileceği gibi AB üyesi olmayan İsviçre Konfederasyonunun 26 kantonundan biri olan ve zannedilebileceği gibi İsviçre'nin başkenti olmayan Zürih var önümüzde. Bu cümleyi ögelerine ayırırsak, evet İsviçre bir konfederasyon yani basitçe bir anlatımla küçük özerk devletlerden oluşuyor. (Yavrum, tamamı zaten 8-9 milyonluk bir nüfus, özerk devletçikleri de mi varmış?!) Evet, 26 kantonu var(kanton deyince aklına Huysuz Virjin gelenler? Beynimiz bazen bir çöplük!) ve kanton da kabaca kendine özel meclisi, hükumeti ve yasal düzenlemeleri olan otonom yapı demek ve evet Zürih bunlardan biri, en işleği ve en büyüğü ama başkent değil. İsviçre'nin başkenti Bern.  


Yürüyüş rotamız Bahnhof Strasse adındaki caddeyi sonuna kadar yürüyüp Zürihsee isimli göle ulaşmakla başlıyor. Peki Zürihsee deyince aklına Van Denizi tabiri gelenler? Her neyse bu caddeden bahsetmek gerekirse, bizim İstiklal'e çok benziyor ve fakat insanlar hiç de İstiklal'deki gibi salaş giyimli görünmüyor. Gitmeden önce de okumuştum ve zaten bildiğimiz üzere İsviçre deyince ilk akla gelen şey banka, para, zenginlik, yüksek refah, bol maaş, temiz hava, kültürlü, eğitimli, farkındalığı yüksek, elit insanlar, o kadar ki ülkede doğrudan demokrasi doğrudan uygulanabiliyor. Hal böyle olunca Zürih'e ayak basar basmaz ve bu cadde boyunca yürürken de ilk izlenimim "Allah'ım ne kadar şıklar!" oldu. Şimdi eğitim şıklıkla mı diyeceksiniz. Yok, değil. Ama şıklık parayla! E, duruma göre para da eğitimle olabilir. Böyle böyle bir denklem işte. Sonuçta insanların kıtır kıtır giyimleri, giysilerindeki kumaşların kalitesi, kesimlerdeki günlük şıklık, ayakkabı ve çantaları filan filan göz dolduruyor ve maşallah bedenler de bol su, bol güneşle safa içinde büyüyen organik domatesler gibi ışıl ışıl. Şimdi hemen "Amanh! İçleri güzel olsunh!" mu diyeceğiz? En iyisi çalış senin de olsun diyelim ve şıklık hayat gayemiz olmasa bile ruh nezafeti ve temizliğin vazgeçilmezimiz olduğunu hatırlayıp geçelim. 
Cadde bitip de göle gelince aşağıda görülebileceği üzere mükemmel gri ışıkta mükemmel gri bir fotoğrafını yakalamışım gölün. Blog yazarken beni en çok zorlayan şey itiraf ediyorum ki fotoğraflar. İki arada bir derede çekmeye çalışırken genelde bıkıverip, öylesine geçiştiriyorum. Fotoğraf çekmenin bir sanat olduğuna kani oldum, ciddi zaman ve kompozisyon istiyor bence ve yanınızda sabırsız minikler varken biraz zor. Ne yapalım, gözlerimize hapsederiz manzarayı. 
Şehir bu göle akan Limmat Nehri'nin kollarıyla bölünmüş bir şehir. Yani içinden su geçen bir şehir ve genel anlamda içinden su geçtiği halde huzur vermeyen bir şehir olabilir mi? Evet olabilir, bakınız Amsterdam. Ama o da zaten o huzursuzluğu ile ünlü, karakteristiği bu ve daha da derin bakarsak huzur da kişiden kişiye göre değişir. Amsterdam başka bir yazının konusu olacak tabii ama şu su meselesine baktığımız zaman gördüm ki, içinden su geçen bir şehrin bana göre huzur verici olması çok kolay ama bir kaç ön şart var. O su birikintileri geniş olacak, dar dar olmayacak, akışkan olacak, durgun olmayacak ve bu suyu çepeçevre saran bir miktar yükselti ve de bolca yeşillik olacak. Zürih'te hepsi mevcuttu. Bu yüzden beni çok cezbeden bir şehir oldu. 
Gölü arkamızda bırakıp Limmat Nehrinin bu yakasındaki Münsterhof Caddesini bulduğumuzda gözümüze hemen Fraumünster Kilisesi çarpıyor. "Kenardan" göze çarpıyor diyorum çünkü fotoğraftaki asıl ön planda olan bina bir devlet binası sanırım. Kilisenin endamını çekmemiş, nedense burayı ön plana almışım. (Galiba bir fotoğrafçı ile gezmem lazım.) Neyse fotoğrafta kenardan görülebileceği gibi çok sivri yeşil (bakır olduğunu sanıyorum) tepeli bir saat kulesi var kilisenin. Evet burası İsviçre, saatleri ile ünlü ve neredeyse her sokakta, her önemli binada bir saat var. Ayşe Zülfa bunları gösterip "tik tak tik tak" demekten bir hal oldu. Saat kulesi göz dolduran bu kilisenin ismi İngilizce'de Church of Lady diye geçiyor, kadın manastırı. 853 yılında kral Alman Louis tarafından inşa edilmiş ve 13. yy'a kadar Alman kadınların ikamet, ibadet, inziva yuvası olan bir manastır olmuş. Biz gittiğimizde açık değildi, içine giremedik ama vitray camları ile ünlü imiş. 
Fotoğrafta kilisenin iç avlusundan bir duvar görünüyor. Avlu, kahramanlarının tamamının kadınlar ve meleklerin olduğu resimlerle dolu. İlginç bir cezalandırma merasimi var gibi görünüyordu sanırım ruhban hayatı yaşaması gerekirken aşık olmuş bir kadının hikayesi ama tam bilemiyorum. Yalnızca fıtrata aykırı olan işlerden acıklı sonuçların çıktığı bariz ve çok eski bir hikaye diyebilirim. 
Şehrin içinden Limmat Nehrinin geçtiğinden bahsetmiştik, bu nehir şehri ikiye bölüyor ve Fraumünster ile aynı tarafta tarihi bir yapı olarak bir de St. Peter kilisesi var, şehrin en eskisi buymuş. Şu yukarıdaki fotoğrafta yine saat kulesi görünen yapı. Biz yanında kadar gitmedik. Bunun yerine hemen yeşil kuleli Fraumünster'in önünde uzanan köprüden karşıya geçip, şehrin en gösterişli yapılarından biri olan çift kuleli Grossmünster, büyük manastır yapısına gittik. 
Kendisi Roma stili bir protestan kilisesi olup, 16.yy'da inşa edilmiş ama aslında yerinde çooook eskilerden beri hep bir ibadethane varmış. Bundan önce yerinde olan kiliseyi bizim ünlü Alman Charlamagne(Şarlman) inşa ettirmiş. Rivayete göre kendisi MS 200'lerin sonlarında yaşamış Zürih'in ana azizleri olan Felix ve Regula'nın kabirlerini aramakta iken, atı gidip burada diz kırıp oturmuş ve tabii ki bir de bakmışlar ki azizlerin kabirleri burada. Hemen üzerine bir kilise inşa etmişler. O kilise zaman içinde tabii ıssızlaşmış, yerine de sonra tekrar büyük bir kilise olan Grossmünster'i inşa etmişler. Bu hikayeden dolayı Grossmünmster, Fraumünster'i 1-0 yenmiş tabii. Aslında şu atın dizini kırıp kabirlerin yerini işaret etmesi ne kadar tanıdık bir hikaye değil mi? Biz insanlar kendimizi bir diğerinden ne kadar ayrıştırmaya çalışsak da aslında "inanmak istemek" duygumuzla galiba aynıyız. 
Bizim için buradan sonrası Grossmünster'in içini gezip, bahçesinde biraz oturmak sonrasında da şehri doğaçlama gezmek şeklinde geçti. Tadı damakta kalan bir şehirdi diyebilirim. Bir günden fazla gezilmeyi ve dahi Alplere doğru yol almayı isteyebilirsiniz. 

Not: Bu arada şimdi adını hatırlayamayacağım bir sokakta, tren istasyonuna yürüme mesafesinde bir binada "İslam Toplumu Külliye" diye bir mescid de vardı. Cami değil, böyle bir iş hanının en üst katı gibi bir yer. Ama kadın ve erkek için rahat bir abdest alma ve namaz kılma mekanı mevcuttu. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Almanya gezisi, Stuttgart ve Ludwisburg, 1.5.18

Waldorf Yöntemiyle Çocuğumu Büyütüyorum Kitabı Hakkında

Ayarlarla Oynamak, Oyuncak Müzesi-2