Mayıs-Haziran Zaptı, Ben Katip

Bahçemizin ortancası
Çiçekli bir girişten sonra...
Ayların günlerin işi akıp geçmek. Kendilerini tutamasak da zabıtlarını tutalım bakalım. Hafızaya değil kağıda kaleme güvenelim, sarılalım yine. Söz uçar, yazı belki kalır. 

Öncelikle annemler gittikten bir hafta sonra 16 Mayısta Ramazan geldi. Böyle söyleyince Ramazan bir şahısmış gibi oldu ama somutlaşması da hiç fena değil. Nasıl geçirdik, hakkını verebildik mi? Yine her yıl olduğu gibi performansından memnun olmayan bir adet ben kaldı elimde. Hani daha çok teravih, kaza namazı? Hani daha çok Kuran? Hani itikaf? İnsan her ne kadar kendi kendime kalayım, sakin kalayım süper ibadet yaparım dese de bence yine en güzeli güzel insanlardan oluşan, sana Allah'ı hatırlatan ve yalnızca Allah adını anmak için bir araya gelmiş bir topluluk ile çalışmak böyle zamanlarda. Tabii ki yalnız kalıp derin dua etmeye de çok ihtiyaç var ama belli zamanlarda toplanmak, işte şöyle sohbetli aşklı bir mukabele, iyi insanlarla kılınmış iyi bir teravih her şeyi değiştiriyor, motivasyonu tazeliyor. Burada bu sene onlar pek olamadı ama buradaki gurbet arkadaşım ile şu anda da devam eden kendimizce hadis-i şerif okumalarına başladık. Ramazanın güzel bir getirisi bu oldu diyebilirim. Sekine toplanmakta. 
Bu da başka bir toplanmak çeşidi. Ramazan ortasında Maastricht Markt meydanında Filistin eylemi. Bitmeyen zulüm. Çocukken de, çoluklu çocukluyken de gittiğimiz eylemler. Artık farklı eylemlere geçmeliyiz belki de. Cami watsap grubundan mesaj gelince biraz ortam kalabalık görünsün diye gittik. Bir işe yaramış mıdır? Bilemiyorum. 
Sonra Ramazanın sonlarına doğru misafirimiz vardı. Eşimin ailesi bizi ve buraları ziyarete geldiler. Bize de bahane oldu bir güzel de onlarla gezdik buraları. Böylece bayramda da yalnız kalmamış olduk. Günler daha hızlı da geçti. Bu arada bayram 15 Haziran Cuma gününe denk geldi ve çifte bayram yaşamış olduk. 17 Haziran Pazar günü yani bayramın üçüncü günü ise camide bayramlaşma vardı. Halime abla daha önce arayıp sabah birlikte oy kullanmaya Köln'e gidebileceğimizi söylemişti. Böylece gayet yoğun bir pazar sabahı yaşayıp, 8'de Köln'e gidip saat 11 civarında da Melek annemleri alıp camiye kahvaltıya yetiştik. 
Camide bayram ise apayrı bir tecrübe idi. Buradaki Müslüman Türklerin en basit bir el öpme adetini yaşatabilmek için bile nasıl ekstra emek vermeleri gerektiğini gördük. Çocukların böyle bir konseptten haberi yok. Çok mu gerekli? Evet bir İslam adeti değil, yalnızca bir Türk adeti, yapılmasa da olur. Belki önceden gerekli değildi ama günümüzde gençlerin kibirden eğilmeyen başları için, büyük küçük ayrımı bilmeden yetişen nesil için önemli bir pratik olabilir. Sahi ne kalacak geriye? Bazı ritüellere sarılmak lazım. Camide de çocuklar için bir el öpme töreni gerçekleştirildi. Sonra hanımlar da sıraya girip erkeklerin bayram namazında yaptığı gibi musafahalaştı. Muhabbet arttıran bir şey. Hele gurbet elde. Bir de caminin bahçesine yukarıda fotoğrafta görünen şişme oyuncaklar, patlamış mısır ve pamuk şeker makinesi kurmuşlardı. Bunlar için arka planda canla başla, dinlenmeden çalışan insanları tanıdım. İnsanlık için küçük olsa da bugün çocuk olan yarının büyükleri için bence büyük bir adım. 
Bayram vesilesi ile biz de insanlık için küçük kendimiz için büyük bir adım atalım demiştik gurbet ve hadis arkadaşım ile. Komuşuluk ile ilgili çok çarpıcı hadis-i şerifler okumuştuk. Ama gerçekten çarpıcı. Komşunun komşuya neredeyse mirasçı olacağını zannettiğimiz hadis-i şerifi hepimiz biliriz. Amenna der geçeriz. Bu sefer okumaları yaparken çok daha pratiğe dönük bir hadise rastladık. Efendimiz Ebu Zerr r.a'a "Evine çorba yaparken suyunu çok koy da komşularına da dağıt" diyor. Bakar mısınız tavsiyeye! Ses yapma, rahatsız etme, selam ver, güleryüzlü ol ile sınırlı değil bu komuşuluk işi. Biz de okuma arkadaşım ile komşularımızı ne kadar tanıyoruz diye bir hesaba çektik kendimizi ve onun ön ayak olması ile bayramımız vesilesi ile komşulara ufak hediyeler verelim dedik. Maksat kan kaynasın. Biz biraz kolaya kaçtık aslında. Arkadaşımın eşi ile birlikte hazırladığı yazıyı kullandık, izin alarak tabii. Çok hoş şiirsi bir şey yazmış eşi. Biz de yanına "Hediyeleşmek muhabbeti arttırır" minvalindeki hadis-i şerifi ekledik ve alt kat komşumuzun kapısını çaldık. Bu arada alt katımızda 30'larında görünen, bizim gibi genç bir çift oturuyor. 1 yaşında bir erkek bebekleri var. Kadın Finlandiyalı ve aşçı imiş, sanırız eşi de Hollandalı. Bu vesile ile tanıştık ve komşu çıkacağı seyahatten dönünce bir gün kahve içebilmek için sözleştik. Önümüzdeki hafta büyük ihtimal. İyi ki Ramazan, bayram, Rasulullah ve iyi arkadaşlar var. 

İşte böyle bayramı da geçirip, biraz daha gezmeler ve haziranın üçüncü hafta sonu kayınvalidemleri güzel hatıralarla yola koyduk. Biz de kaldığımız yerden devam. 
Haziran ayının sonlarına doğru havalar çok ısındı. Artık akşam gezmeleri yapmaya başladık. Allah'ım bu şehir akşam da çok güzel. Dostoyevski'nin eserinin ismi gibi "Beyaz Geceler" yaşamaktayız. Bir türlü akşam olmuyor. Saat 22'de akşam ezanı vakti girdikten sonra bile hava gri bir aydınlık. Oh gez gezebildiğin kadar, hem de yakıcı güneş olmadan. Akşam yemeğini yiyip saat 20 gibi termoslu park gezmelerine başladık. Akşam çayını ya da kahvesini dışarıda içmeye gayret ediyoruz. Böylece yemekten sonra rehavetle zor olan Ayşe Zülfa'yı akşam oynatmak da kolaylaşıyor. Dışarıda oyna, eve gel, paklan, hazırlan ve pıt uyku. 
Foto arkadaşımdan
30 haziran günü de burada bir düğüne davetli idik. Bütün Maastricht cami cemaati gibi :) Buraya daha gelmeden önce numarasını Türkiye'deki bir arkadaşımdan aldığım Fatma Hocanın oğlu evleniyordu. Maastricht'ten ilk tanıdığım kişi Fatma hoca. Bu evi bulmamıza da vesile olmuştu. Camide Kuran öğretiyor, sohbet yapıyor. Cemaat kendisini çok seviyor. Eşi de Karşımızdaki el-Habib İslam Okulu'nun müdürü. Canla başla çalışan ve derleyip toparlayıcı insanlar maşallah. Burada düğünler normalde hep Belçika tarafındaki düğün salonlarında yapılıyormuş. Bu sefer camide yapalım demişler. Bayramda etrafı organize eden gönüllü cami ekibi yine çok iyi bir iş çıkardı ve Kuran'lı, mevlütlü, sohbetli, yemeli, içmeli, şık ve samimi bir organizasyon çıktı ortaya. Kendilerini tebrik ediyor, caminin toplumdaki rolünü tam olarak bulduğu bu dinamik yapıyı seviyorum. 
Ve günler kah okumalı-yazmalı, kah oynamaktan tırlatmalı devam ediyor hamdolsun. Ve zaman doluyor. Dönüş tarihimiz belli oldu. Hayat da böyle sayısı günü belli şekilde, geri sayımlı olsaydı ne kadar korkunç olurdu. Bitecek diye insanı bir telaş alıyor. Yapmak istediklerini düşününce bir panik sarıyor. O panikle hiç bir şey de yapmayabilir insan yani, o derece. Ama sayısı olsa da olmasa da geçiyor bitiyor olduğunu biliyoruz işte günlerin. Kalan günlerimizi güzel değerlendirebilmek duası ile. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Almanya gezisi, Stuttgart ve Ludwisburg, 1.5.18

Waldorf Yöntemiyle Çocuğumu Büyütüyorum Kitabı Hakkında

Ayarlarla Oynamak, Oyuncak Müzesi-2