Bonuslu Utrecht Gezisi, 24.03.20 18

Bir gezinin en güzel kısımlardan birisi de sanırım ertesi günü; yaşadıklarını, gördüklerini anmak. Şu an yine o kısımdayım ve elhamdulillah. Dün ani sayılabilecek bir kararla Utrecht'e gittik. Öncesinde Leiden mı, Utrecht mi diye oldukça düşündük ama bence Utrecht olması güzel oldu. Sevdiğim, yine gelirim dediğim ve ayrılırken ayaklarımın geri geri gittiği bir şehir oldu. Ayrıca bizim için hükümet bir sürpiz yapıp o gün yaz saati uygulamasına geçmiş, bizim de sabah kalkınca haberimiz oldu ve sevindik. Gün erken kararmayınca yol güzergahımızda olan bir şehri daha görmeye karar verdik. Arkadaşlarının kendisine Den Bosch diye hitap ettiği 's-Hertogenbosch'u. (Hayır, imla hatası yapmadım.)



Bir bakışta Utrecht; Genel Bilgiler
Kendisinden "Küçük Amsterdam" diye bahsedilen Utrecht Hollanda'nın en büyük 4.şehri imiş. Gerçekten gezerken büyük ve önemli bir şehir olduğunu hissediyorsunuz ama bu büyüklüğün sebep olduğu bir boğuculuk ve insanın içini sıkan bir bina kalabalığı göze çarpmıyor. Alanlar geniş. Gelişmiş ama doğal güzellikleri olan ferah bir şehirmiş Utrecht. "Hadi her şehri gördüğümüz, bildiğimiz bir şehre benzetelim" desek buraya Bursa derdik biz. Sanırım o yüzden bu kadar sevdik. (aranot: teşbihte hata olmasın ve de kimse İstanbul'a benzeyemez ama Brüksel'i İstanbul,'a, Aachen'ı da Sakarya'ya benzetmiştik.) 

8. yüzyıldan beri Hollanda'da Hristiyanlık için bir dinî merkez sayılan şehirde hem katolik hem de protestan kilisesinin ilk adamları ve yönetim binaları bulunmakta imiş. Şehirden kıvrıla kıvrıla geçen Ren nehri ile beraber Hollanda'nın alamet-i farikası olduğu üzere bir çok da kanal görülebilir. Zaten içinden büyük oranda su geçen bir şehir nasıl kötü olabilir? :)

Cami civarı ve Molen de Ster
Şehir Maastricht'e yaklaşık 2 saatlik bir mesafede. Sabah kahvaltımızı evde yapıp, pazar gezmesine gidiyor rahatlığında saat 10'da evden çıktık. Utrecht Centraal Station'da indiğimizde öğle namazı vakti girdiği için ilk iş olarak istasyona 10 dakikalık yürüme mesafesindeki, Utrecht'in Türk merkez camii olan Ulu Moskee'nin yolunu tuttuk. Hollanda TDV çatısı altında hizmet veren ve inşası iki yıl önce tamamlanmış, çok nezih ve çift minareli büyük bir cami ve kültür kompleksi. 
Image result for utrecht ulu moskee
Kaynak: https://www.ad.nl/utrecht/ulu-overweegt-aangifte-tegen-pvv-leider-na-uitspraak-over-afbranden-moskee~ac215eca/
Biz vardığımızda namaz bitmiş ve tesbihat başlamıştı ama cami hala kadın-erkek, çoluk-çocuk tıka basa doluydu. Allah Allah pazar günü çocuklar da camiyi sevsin, dinlerini-kültürlerini tanısın diye mi acaba böyle kalabalık camide zaman geçiriyorlar diye düşünerek namaza durdum. İmam o arada açıklamasına başladı. Meğer Çanakkale Şehitlerini ve Utrecht'te 80'lerden beri bir Türk camisi olması için çabalamış ve artık hayatta olmayan büyükleri anma programına denk gelmişiz. Bu camide nedense bir huzur kapladı içimi. Artık uzun zamandır böyle ortamlarda olmadığımız için mi yoksa gerçekten bu işler için toplanmış mallarından, canlarından fedakarlıkta bulunmuş insanların maneviyatı buraya işlediği için mi bilemedim. Nitekim imam da o sırada "Allah mü'minlerin malları ve canlarını Cennet karşılığında onlardan satın almıştır" mealine gelen Tevbe Sûresi 111.ayeti okuyordu. Aşağıdaki fotoğrafı da bu camiden çektim.
İleri doğru uzanan yol Müslüman mahallesi. Şehrin tarihi merkezi camiden çıkınca tam ters tarafta kaldığı için, o tarafa geçmeden burayı da bir dolanalım dedik. Bir de fotoğrafta seçiliyor mu bilmiyorum ama manzaranın soluna doğru eski bir değirmen var, açıkçası onu da gözüme kestirmiştim. O tarafa doğru yürürken pek çok helal restoran geçtik, kimileri Türklere, kimileri Araplara aitti. Pek çok Müslüman marketi, kasabı, tesettür mağazası, kuyumcusu gördük. Maastricht'te böyle bir alan yok. O yüzden belki de hayat Maastrichtli Türkler için biraz daha sıkıcıdır gibi geldi bana. Düşünsenize aslında kendi şehrinizdesiniz ama herşey yabancı! Utrechtli Türkler adına da sevindim. Yaşadıkları yer şehrin çok dışında değil ve güzel sayılabilecek sevimli tarihi binalardan oluşuyor.

Neyse, bakına bakına yel değirmeninin olduğu sokağı bulduk. Birden bire bitişik nizam evlerin içinden şöyle bir yere çıktık: 
Turuncu kayığın içinde temizlik yapan biri kız biri erkek iki küçük sevimli çocuk var.
Evlerin aniden bitmesi ve bu manzaranın başlaması biraz ilginçti doğrusu. Biraz ileride de hemen Molen de Ster yani Yıldız değirmeni karşımıza çıkıyor yine nehir kıyısında. Bu değirmen 18.yy'dan kalma bir yapı imiş ve bugün çok amaçlı olarak kullanılıyor. Çok sevimli olan iç avlusunda aynı bizim medreselerde kenarlarda bulunan odacıklar gibi bölümler var ve bunlar oldukça "cozy" görünen atölyelere ev sahipliği yapıyor. Kimisi marangozluk gibi bir sanat ile ilgili, kimisi çocuklar için çeşitli oyunlu-eğitici şeylerle. Değirmenin iç tarafı ve önü bir kafe haline getirilmiş. Yine kenarlarda koyun, keçi, domuz, tavuk gibi çiftlik hayvanları çocukların ilgisine sunuluyor. Ve nehir kıyısında bir alanda da bir oyun parkı gibi çocukların binebilecekleri küçük bisiklet, traktör gibi araçlar mevcut. Ayrıca şimdi sitesinden baktığıma göre düğün, kutlama gibi etkinliklere de ev sahipliği yapıyormuş. Bence çok hoş olur burada her türlü toplantı/organizasyon. Ya da hiç olmadı bir pazar günü evden çıkıp gelip, çocuklar bir köşede oynarken bu tatlı ambiyans içinde bir kahve içmek...
Burası şehrin nisbeten daha yeni bölgelerinden o yüzden her ne kadar manzaraya gökdelenler de girse de burada ayrı bir huzur havası hakimdi. Hele tek başına oturup kitabını okuyan aşağıdaki ablanın keyfine diyecek yok gibi görünüyordu. 
Buradan bir tatlı huzur alıp, bir tatlı kızımızı da biraz oynattıktan sonra merkeze gitmek üzere yola koyulduk ama hazır yolumuzun üzeri helal dükkanlarla dolu iken merkezde hiç riske atmayalım, yeme işini burada bilindik yerden halledelim dedik. Bu arada acıkmıştık da zaten ve caminin hemen altında hizmet veren oldukça büyük ve nezih Kebap Factory'ye girdik. 

Yürümekle yollar aşınmaz, ayaklar aşınır!
Yemeği yiyip enerji toplayarak merkeze doğru yola koyulduk ilk durağımız Neude Meydanı idi. Buraya gidene kadar irili ufaklı nehir parçaları ve kanallar gördük. Bunlardan birisi de aşağıdaki manzarada mevcut. 
Bu Hollandalılar bisikletlerini gelen geçen turistler fotoğraf çeksin diye mi özellikle getirip bu köprü üstlerine koyuyorlar bilinmez ama burada da Amsterdam gibi yine köprü üstleri bisiklet parkı olmuştu ve bizlere poz hazırlıyorlardı. Bunlara baka baka meydana ulaştık. Neude meydanı genelde kafelere ev sahipliği yapan bir meydanmış. Burayı esas tarihi merkez olan Dom Meydanına gitmek için bir basamak olarak gördük açıkçası. Tarihi evler ve kafelerle çevrili turistik bir yeme-içme mekanı. 
Ayrıca bu meydandan ayrılmadan çok ilginç mimarisi olan bir binayı da fotoğrafladım ki bunun gibi binaların, Hollandalı mimarların tarihe bir baş kaldırısı olduğunu düşünüyorum. Zira Hollanda'da neredeyse üçgen çatılı, taş duvarlı olmayan ev yok. Gördüğümüz kadarı ile eski binalar ölesiye korunmuş. İçinde ikamet edilmekte olan, eli yüzü düzgün, 1600'lerden kalma evler var şehirlerde. Yeniler de eskiden kalan bu evlerin yanında sırıtmayacak şekilde, aynı tarzın bir varyasyonu olarak inşa ediliyor genelde. İşte böyle tek tük çılgın mimarlar da sanırım buna bir başkaldırı olarak, farklılık yapmak adına böyle endüstriyel tarzı andıran binalar inşa etmişler. 
Bu binanın alt kısmında bulunan boruların birinden diğerine sular akıyordu. Müzik yapan ev gibi birşey sandım ama değildi herhalde.
Utrecht'te böyle acayip mimarisi olan bir ev daha var, üstelik UNESCO dünya mirası listesine de girmiş! Biz vaktimiz daraldığı ve ayaklarımız bunaldığı için gidip de görmedik ama seyahat öncesi dikkatimi çektiği ve araştırdığım için, konu bunlardan açılmışken aşağıya internetten bir fotoğrafını ekliyorum. 
Image result for rietveld schröder evi
Rietveld-Schröder evi diye anılan yukarıdaki ev, mimar Gerrit Rietveld tarafından Schröder ailesi için yapılmış ve fazla lafa ne hacet, bitişiğindeki eve bakınca daha da anlamlı olacak şekilde, manifestosunu alnına asmış geziyor. 
 
Yukarıdaki fotoğrafta da Neude Meydanından Domplein denen içinde Utrecht'in ünlü tarihi eserlerinin bulunduğu meydana doğru inen yol görünmekte. Ve 112.5 metrelik boyu ile Hollanda'daki en yüksek kilise kulesi olma özelliğini haiz ünlü Domtoren (Dom Tower). 
Bahsettiğim meydana bu kulenin altındaki dar kapıdan geçilerek giriliyor. Kulenin en üst kısmında görülebileceği gibi geniş çaplı bir restorasyon başlamış bu sene.

Geniş ve ferah bir avluya dar bir koridordan/kapıdan geçerek girmek bana Andre Gide'nin Dar Kapı adlı kitabında İncil'den alıntıladığı şu kısmı hatırlattı:
"Dar kapıdan girmeye çabalayınız. Çünkü kişiyi yıkıma götüren kapı büyük ve yol geniştir. Bu kapıdan girenler çoktur. Yaşama götüren kapı ise dar ve yol çetindir. Bu yolu bulanlar çok azdır." 

Aslına bakarsanız burası açık bir meydan olarak tasarlanmamış. Kule de böyle katedralden ayrı, münferit olarak ayakta duran bir yapı değilmiş. Ki, düşününce nasıl olsun? Kule dediğin binaya bitişik olur. İşte bu kule ile katedral arasında bulunan nef kısmı 1674'teki fırtınadan sonra yıkılmış ve bir daha da inşa edilmemiş.

Şimdi kulenin altından geçip meydana girdiğinizde karşınıza çıkan ihtişamlı binanın önündeki ihtişamlı kadın heykeli II. Dünya Savaşı'ndan sonra savaşta emeği geçen kadınları onurlandırmak adına dikilmiş. Heykelin sağ tarafta kalan bir müzede de bu katedralin altında yapılan kazılarda bulunun Roma dönemi kalıntılarının sergilendiği Dom Under bulunuyor.
Heykelin arkasında kalan katedrale geri dönersek her ne kadar çoğu yerde Dom Kilisesi/Domkerk olarak anılsa da Gotik tarzda inşa edilmiş olan bu ihtişamlı binanın adı St. Martin Katedrali. Altından geçip meydana girdiğimiz kulesi gibi o da 1300'lü yıllarda inşa edilmiş ama esasında buranın inşa süreci maddi yetersizliklerden ötürü hiç bir zaman tam olarak bitmemiş. Yine de bugünkü son şeklini 750 yıl üzerine gelen bir restorasyon ile 2004 yılında aldığı söylenebilirmiş. Hatta giriş yerlerinde hala restorasyon vardı ve çok ilginç bir şekilde bu inşaat halinden dolayı yalnızca orta avlusuna girebildik, komik ama kapısını bulup da içine giremedik. Zaten kısa süre sonra saat 17.00 oldu ve mekan ziyaretçilere kapatıldı. Orta avlusu da oldukça güzeldi.

Lepelenburg Parkı ve benim küçük hayal kırıklığım
Buradan çıktıktan sonra hedefimiz Lepelenburg parkı tarafları. Ara sokaklardan geze geze yeni hedefe doğru yol alıyoruz. Çok sevimli evlere rastlıyoruz. Malesef çok uzadığı için resimleri koyamayacağım ama beni "evinin alt katının direkt olarak suya açılması nasıl bir his olabilir?" diye düşündüren şu kareyi paylaşmadan edemeyeceğim. 
Sonunda cami-merkez-Lepelenburg güzergahında en uçta kalan parka ulaşıyoruz. Haritadan gördüğüm hali ile daha büyük bir şey beklediğim için önce biraz hayal kırıklığına uğruyorum. Ama sonra havanın güzelliği, yeni açmış çiçekler ve parkın altından kıvrıla kıvrıla ilerleyen Ren nehrinin zarifliği hayal kırıklığımı unutturuyor.
Burada biraz zaman geçirip biraz daha ileriye doğru yürüyünce Utrecht'in ünlü Tren Yolu Müzesi'ne varıyoruz. Bu harika müze biz gittiğimizde kapalıydı. Tren yolu müzesinin avlusuna girmeden hemen önce bir anıtla karşılaşıyoruz. II. Dünya Savaşı'nda hayatını kaybeden iki yüzden fazla Utrechtli Yahudi adına yapılmış bir anıt. Zaten de buraya Jerusalem caddesinden geçerek gelmiştik.
Buradan sonra nehir boyu yola devam ederek yine kapalı olan Sonnenborgh gözlem evini de dışından görüp bizi merkeze götürecek olan trene doğru ilerliyoruz. Niyetimiz yeniden merkez ve camiyi görmek ama ani bir kararla buradan bineceğimiz trenle merkezde aktarma yapıp bugünü bir şehir daha görerek kapatalım diyoruz. Ayak üstü bu şehrin 's-Hertogenbosch nam-ı diğer Den Bosch olmasına karar veriyoruz. 

's_Hertogenbosch nam-ı diğer Den Bosch
Amsterdam'a indiğim ilk günden beri gizemli bir yer benim için. İsmi başka yazılıyor ama insanlar bambaşka bir şey diyor. Ne oluyor, nasıl oluyor bir türlü çözememiştim. Utrecht'ten Den Bosch'a giderken trende araştırırken öğrendim ki 's-Hertogenbosch "Dükün ormanı" demekmiş, Den bosch ise tam olarak "The Forest" yani orman anlamında imiş. Burada adı geçen Dük de bizim Brabant bölgesinin düklerinden Brabant'lı I. Henry imiş. Kendisi 1100'lerde buraları keşfedip, yurt tutmuş. Şimdilerde küçük bir şehir. 
Hava artık kararmaya yüz tuttuğu için etrafı kısa kısa inceleyip, buranın gotik katedralini de görüp bizi Maastricht'e götürecek olan trene binmek üzere yola koyuluyoruz. Uzun ama verimli ve keyifli bir gün oldu. Utrecht'le tanıştığıma, Den Bosch ile görüştüğüme sevindim. Darısı yeni yerlerin başına.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Almanya gezisi, Stuttgart ve Ludwisburg, 1.5.18

Waldorf Yöntemiyle Çocuğumu Büyütüyorum Kitabı Hakkında

Ayarlarla Oynamak, Oyuncak Müzesi-2