İkinci Sezon Birinci Bölüm

11 Ocak itibariyle buradaki ikinci sezonumuza başlamıştık ve ilk ayı dün doldurduk bile!
Neler yaptık bu ilk ayda kaydedelim. 

Ayın 11'inde gelip, 13'ünde ayağımızdaki toz ile bir Amsterdam gezisi yaptık. Şehri bir gün içinde gezmeye niyet ettiğimiz için biraz korktum açıkçası. Önemli birşeyleri kaçırmaktan korktum. Bir yeri gezerken ve hatta bu hayatı yaşarken duyduğum korkulardan biri bu. Etrafta milyonlarca ayrıntı var, hikmet, sebep ve ince espri var. Ama yanlarından farkına varmadan geçip gidiyoruz. Aslında bir şeyleri yakaladığımızı zannederken bile çoğu şeyi anlamıyoruz. Bu yüzden bilgisine güvendiğiniz biri ile keşfe çıkmak harika bir şey. Mesela İstanbul'da medfun bulunan fetih askerlerini konu ettiği "Ni'mel Ceyş" gezisinde tarih hocamız ile gezerken, önünden yüz kere geçtiğimiz bir benzinliğin dibinde meğer Fatih Sultan Mehmet Hanın ve fethin aşçıbaşısı yatıyormuş bunu öğrenmiştik. Böyle şeyleri görünce, farketmeden geçip gittiğim günlere acıyorum. Bu yüzden de dedim ki rehberli gezelim ve bahşiş bazlı çalışan "Amsterdam free tour"larından birine kayıt yaptırdık. 
Bu turlarda size üniversite öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim gençler şehri anlatıyor. Yine de işi o kadar şansa da bırakmamak için bir önceki akşam tur güzergahındaki durakları tek tek araştırıp defterime de bir şeyler not ettim. İyi ki de etmişim çünkü anlatan arkadaş çok çok hızlı bir İngilizce ile konuştuğu için bir şeyler anlamak zordu. Burada rehber seçiminin önemini idrak ediyoruz. Rastgele biri olamaz. Mesela Talha Uğurluel, mesela Saffet Emre Tonguç gibi isimlerle gezmek lazım ama onlar tabii ki free değil. Yalnız Amsterdam gezisinden maalesef sonra "Pirî" diye bir uygulama buldum, çeşitli şehirleri ve hatta İstanbul içinde semtleri çok güzel anlatıyor Saffet Emre Tonguç veya Vedat Milor gibi isimlerle. Yurtiçi gezi rotalarını indirmek Türkiye İş Bankası kartı olanlara, yurtdışı rotalarını indirmek de Turkcell müşterisi olanlara ücretsiz. Bunların müşterisi değilseniz de indirmeler aslında uygun, çok cüzi fiyatlı. Amsterdam'ı tren istasyonunun mimari özelliklerinden başlayarak anlatıyor ve her duraktan sonra haritalarla senkronize çalışarak size bir sonraki durağı tarif ediyor. Kendi kendime bu bir hayat tutanağı, gezi blogu değil, ben de gezme üstadı değilim, gezi tavsiyesi vermeyeceğim diyorum ama bundan bahsetmeden geçemedim, belki benim gibi bilmeden gezmeyi sevmeyen hatta bundan korkan birilerinin işine yarar. 
Evet tutanak kısmına dönersek, Amsterdam'dan ne anladım diye düşününce... Anlamadım ben bu şehri bence :) Hava biraz daha iyileşince tekrar gidip rehbersiz şekilde sokaklarında kaybolarak gezmeyi ve güzel bir kanal turu yapmayı istiyorum. Bir de çevresindeki küçük ve "masalsı" olarak tanımlanan Giethoorn gibi kasabalara uğramak istiyorum daha çok. 

Bizim bir bahçemiz vardı ya! 
Amsterdam'dan döndükten sonra havaların da biraz güneşli gitmesiyle bahçemiz aklımıza düştü ve ayın 15'inde bazı ekim-dikim işlemleri yapmak üzere bahçeye indik ilk defa. Ayşe Zülfa için güzeldi, her kuşun sesini çıkarmaya çalıştı, her sallanan ağaçla birlikte sallandı. Bahçenin küçük bir kısmına İstanbul'dan getirdiğimiz marul ve maydanoz tohumlarını ektik ama sonrasında başlayan yağmurların kendilerini çürüttüğünü düşünüyoruz. Gerçi benim yine de küçük bir umudum var maydanozlardan ama bahar gelene kadar bu işi beklemeye almaya karar verdik. 
İşlediğimiz küçük alan
Ve olaylar gelişmeye devam etti
Ocak ortasından itibaren eski rutin yeniden devam etmeye başladı. Günler hızla birbirini kovaladı. Elimden geldiğince okumaya çabaladım. İstanbul'dan itibaren ocak ayında üç kitap bitirmiş oldum; Geliştiren Anne-Baba, Jules Verne-Öyküler1 ve Problem Çözümüne Giriş 101. İlk kitaptan aklımda kalan en önemli şey genel olarak çocuk eğitimiyle değil de yetişkinlerin bir problemi ile ilgili; "etki alanı" kavramı. Yani kendi etki alanının nereleri kapsayacağını bilmek, kimin neyine ne kadar yorum yapabileceğinin farkında olmak. Kısacası "haddini bilmek"in kibarcası. Hepimize lazım. Tabii Avrupalı vurdumduymazlığında da olmamak lazım. 

Neyse ikinci kitaptan aklımda en çok ne kaldı? Jules Verne öykülerinden en çok aklımda kalan "Doktor Ox'un Bir Fantezisi" adlı öykü. Bir doktorun gittiği bir memlekette yaptığı bir kitlesel deney ile ilgili, "şehre gaz lambası sistemi kuracağım ve ben finanse edeceğim, sokaklarınız aydınlanacak" diyerek, inşa ettiği şebeke ile sokaklara belli miktarlarda oksijen gazı salıyor ve gözlem yapmaya başlıyor. Kısa süre içinde çiçekler daha çabuk büyümeye, ağaçlar hemen meyve vermeye başlarken dünyanın en mülayim insanları sayılabilecek şehir halkı da kavgacı, vahşi tiplere dönüşmeye başlıyor. Sonra olaylar bir şekilde açığa çıkıyor, doktorsa asistanı ile birlikte tası tarağı toplayıp oradan ayrılıyor.

Bu öykü neden bu kadar ilgimi çekti peki? Çünkü gerçek olduğunu düşünüyorum. Olay bazında değil, mantık/kurgu bazında. Şu kapitalist dünyada farketmeden nelerin deneği oluyoruz acaba? Bununla ilgili de diş macunlarındaki florid içeriklerini çok ayrıntılı şekilde araştırmama sebep olan bir olay yaşadım Ocak ayının 22'sinde. Burada da Türkiye'deki gibi ana-çocuk sağlığı merkezi diyebileceğim bir merkez var ve ilk geldiğimiz andan itibaren Ayşe Zülfa ile, aşıları ile oldukça ilgilendiler ve bize rutin kontroller için randevu oluşturdular. İki kere gittik. İkinci gidişimizdeki doktor, kendisinin gıcık tavırları ve beni bunca zamansızlık içinde pubmed, sciencedirect vs.okuyacak kadar diş macunlarını araştırmaya itmesi apayrı bir konu ve bunu daha sonra bir yazıda anlatmayı düşünüyorum. Bu öykü aklıma onu getirdiği için bahsettim, neyse. 

Üçüncü kitaptan ise aradığımı bulamadım, ortaokul-lise yaşları için güzel olabilir deyip geçeyim. Dizi olarak "Fearless" diye bir diziye başladık ve dört bölüm izledik. Peşpeşe izlerken güzeldi ama şu an açayım da izleyeyim hissi uyandırmıyor. Film olarak da "Ratatouille"u izledik, oldukça tatlıydı. 

Durmadan oyun oynayabilir misin Abidin?
Ayşe Zülfa içinse günler oyun dünyasının derinliklerine seyahati hızlandırmakla geçiyor. Bir yumurta kartonundan fırının iç ızgarasına kadar her şey onun ilgisi dahilinde ve oyun materyali. Ben de bu oyunculuk konusunda kendimi zorlamaya çalışıyorum. Bir de daha çok çocuk göstermeye çalışıyorum ona. Zira hep bizimle yani yetişkinlerle birlikte. Bu yüzden kütüphane ve kütüphanenin içindeki kapalı oyun alanı bizim için kurtarıcı oldu. Daha önce zaten kütüphaneye bol bol gidiyorduk ama hep kitap bölümünde zaman geçiriyorduk. Hemen yan tarafındaki oyun alanını fark etmiştim ve görevli ile konuşmuştum ama buranın yalnızca belli zamanlarda açılıp çocuklara Hollandaca eğitici etkinlikler yaptığını düşünmüştüm. Öyleymiş ama aynı zamanda haftanın iki günü ikişer saat de 0-12 yaş arası çocuklara serbest oyun alanı sunuyorlarmış. Mekan zaten bir oyuncak deryası, aklınıza gelebilecek her oyuncak, kutu oyunu vs. var. Biraz şu an Türkiye'de yayılmaya başlayan oyun gruplarına benziyor ama ücretsiz ve çocuklar ebeveynlerinin sorumluluk alanında. Görevli bunu girer girmez hatırlattı, dışarıdaki parkta nasıl davranıyorsanız burası da öyle dedi. Ayrıca güzel bir haber daha verdi, buradan ücretsiz oyuncak ödünç alabiliyormuşuz, iki haftalığına.
Ödünç aldığımız oyuncak ve arkada bardak içinde kendi bahçemizin kokinaları
Doğru düzgün bir kayıt, kayıt ücreti veya depozito filan da almadılar! Öyle ya çocuktur bu, kırabilir, kaybedebilir ama çok rahatlar bu konularda. Hatta ben başta aldıkları küçük kayıtta telefon numaramı hatırlayamadım, sorun değil lazım değil filan dediler. Mail adresimi vereyim dedim onu da almadılar :) Aldım geldim oyuncağı, geri götürmesem beni nasıl bulacaklar? Bu huyları gerçekten takdire şayan. Marketlerde filan da kendin al, kasaya uğramadan kendin okut, kendin kartla öde sistemi var. Herkes çok rahat, kontrol yok ama anladığım kadarıyla da kimse bir şeyin parasını ödemeden geçmiyor. Muhtemelen burada da bu kadar denetimsizliğe rağmen oyuncaklar kaybolmuyordur. Tabii bunun insanların çok tok olmasıyla da ilgisi vardır muhakkak.

Arayı çok açmışım!
En son yazıyı yazdığımdan beri bir sürü şey birikmiş, hepsini kısaca anlatayım dedim ama yazı çok uzun oldu. Daha bahsetmek istediğim Maastricht Doğa Tarihi Müzesi ziyaretimiz var. O da ayrı bir yazının konusu olsun. Şubat ayı geldi, yarıladık bile. İnşallah hayırlarla dolu geçer. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Almanya gezisi, Stuttgart ve Ludwisburg, 1.5.18

Waldorf Yöntemiyle Çocuğumu Büyütüyorum Kitabı Hakkında

Ayarlarla Oynamak, Oyuncak Müzesi-2