Neresi Gurbet, Neresi Değil?

Hollanda’da birinci ayımızı doldurduk. Bu süre zarfında henüz pek çok yeri görmemiş olsam da yaşadığımız sakincik (sakincik bence hem küçük hem sakin demek) şehirde bol bol yürüyüp hem turistik merkezden hem de standart yaşam alanlarından bir kısmını görme şansım oldu. Tabii ki farklı bulduğum pek çok ayrıntı var. Zaman zaman bazılarına değineceğim bu ayrıntılardan ilki insanların evlerinin dışını ve pencere önlerini ziyadesiyle süslemeleri.
Burada pencereler gördüğüm kadarıyla hep geniş kanatlı ve Türkiye’de üzerine saksı vs. konulan geniş çıkıntı mermerler pencerenin dış tarafında değil, iç tarafında. Yani evin içinden baktığınızda kaloriferin üzerinde, pencerenin hemen dibinde istediğiniz gibi kullanabileceğiniz geniş bir mermer veya kompozit malzemeden yapılmış çıkıntı var. İnsanlar buraları çiçekler, heykeller ya da vazolarla doldurmayı çok seviyorlar. Halloween’daki süslemeler ise apayrı bir mevzu, ona hiç girmeyelim.
E, hal böyle olunca henüz olgunlaşmamış bir nefis olarak bunlara heves ediyor ve zaman zaman “Ya ben de şuralara iki parça bir şey mi alsam da koysam?” diye düşünüyorum. Nefsim beni oraya süsler almaya daha da zorlamak için rasyonel bir gerekçe de gösteriyor “Şimdi herkesin evi böyle çok güzel ve estetik görünürken, içinde Müslüman Türkler’in yaşadığı ev öyle özensiz mi görünsün?” Bakar mısınız gerekçenin kutsallığına? Yani süs-püs bir şeyler alacağım ve bunu bir de büyük bir gaye uğruna yapıyorum! Çok akıllı nefsim. 
Görüyorsunuz ki, şu cam önüne bir şeyler alma mevzuunu derin derin düşündüm. Her seferinde beni vazgeçiren şey “Saçmalama kızım şurada hepi-topu bir yıl kalacaksınız, mümkün olduğunca sade yaşayacağım diyorsun, şimdi ne gerek var toz toplayan cam önü süsüne?” Evet, beni her seferinde vazgeçiren şey burada geçici olmak oldu. Geçici olma duygusu insan üzerinde çok tesirli bir duygu imiş. İnsan abartıdan kaçıyor, gereksiz şeylerden kaçıyor ve vaktini azamî faydalılıkta değerlendirmek istiyor. Boş iş ve şeylerle vakit harcamadan yapabileceği her şeyi yapmak, gidebileceği her yere gitmek…
Tam da bu düşünceler esnasında yüzüme çarpan şey şu oldu: Beni İstanbul’da kalıcı yapan nedir?! Orada hayatımı sade tutmamam ve vaktimi bol sanmam için geçerli sebebim ne? Bahsettiğim şey “Ooo nasıl olsa göçüp gideceğiz bir şey yapmayalım, hayatımızda estetik öğeler olmasa da öyle paspal paspal yaşar gideriz.” şeklinde bir bakış açısı değil. Aksine şu geçici dünyayı yaşanır kılan unsurlardan estetik ve sanat. Bizler yani ideali (Cennet’i) görüp bildikten sonra bu dünyaya düşmüş canlı türü olan insanlar, buradaki yolculuğumuzda da güzeli/ideali arıyoruz, bu kaçınılmaz. Burada bahsettiğim şey aslî işlerimizi bırakıp kendimize fazladan yük çıkardığımız an başlayan, bir balonun yükselmesini engelleyen kum torbaları gibi sırtımızda taşıdığımız için yükselmemizi engelleyen saçmalıklar. Bir de o saçmalıklara sahip olmak için nefsimizin uydurduğu kutsal gibi görünen kılıflar. Kendi adıma buna dikkat etmeye karar verdim.
Bu gurbet meselesinin bir de şu boyutu var: Gurbette yerleşik olanlar. Yani yurtdışında ikamet eden Türkler. Kendileriyle konuştuğumuzda farklı bir mesele ile başlamış olsak dahi bir şekilde konu hep gurbete geliyor. Öğrendim ki onlara asla “yaşadığınız yer ne güzel, şehriniz ne güzel” filan dememeliyim. Burası ne kadar yeşil olsa da, ne kadar sakin, ne kadar gelişmiş, ne kadar temiz vs. olsa da, hiç sevmiyorlar. Gerçekten sevmiyorlar. Cami cemaati ile tanıştım, şu ana kadar seviyorum diyene rastlamadım. Hatta bugün tanıştığımız işi gücü yerinde bir beyefendi selamımızı aldıktan hemen sonra “Maastricht’e hoş geldiniz, biz kırk yıldır bu gurbette umduğumuzu bulamadık, inşallah siz bulursunuz” dedi. Çocuklarını yani buradaki üçüncü kuşağı sorduğumda da benzer şeyleri söylediler yani dedeleri, babaları burada yaşamış, kendileri burada doğmuş büyümüş ve şu an burada üniversite okuyan Türk gençleri bir yolunu bulsam vatanıma gider çalışırım diyormuş. Bugün bir ablaya “Sonuçta hepimiz gurbetteyiz bu dünyada” dediğimde “Biz gurbetin de gurbetindeyiz” dedi. Anladım ki bu dünya bizim aslî vatanımız değil demekle, belki vatansız bir şekilde takılmakla da olmuyormuş bu işler. İnsan bir aidiyet istiyormuş. Ait olduğu yer, yabancısı olduğu yer belli olsun istiyormuş.

İşte bütün bunlarla birlikte gurbeti bir daha düşündüm, neresi gurbet, neresi değil?
***
Önceden beri yerkabuğunun üzerinde ferah ferah yaşama alanları, su kaynakları vs. olması ve bununla beraber derinlerine inildiğinde de kaynayan fokurdayan magma tabakasının olması bana çok anlam yüklü gelmiştir. Sonuç olarak bu gurbet mevzuunu şuraya bağlıyorum; bu dünya sana yuva, onu yaşa ama fazla derinine dalma, orası 2000 santigrat derece!

(Not: Blog'a yeni yazı eklemek, en azından bu tarz yazılardaki tüm görsellerin bana ait olmasını istediğim için de uzun zaman alıyor. Tek sebep bu değil ama önemli bir sebep de bu :) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Almanya gezisi, Stuttgart ve Ludwisburg, 1.5.18

Waldorf Yöntemiyle Çocuğumu Büyütüyorum Kitabı Hakkında

Ayarlarla Oynamak, Oyuncak Müzesi-2