Hollanda’ya Geliş Hikâyemiz ve Nasip
İki yakası ve üç köprüsü olan bir şehir daha
Eşim daha onu tanıdığım ilk günlerde bahsetmişti doktora
araştırması için yurtdışında belli bir dönem ailece kalma isteğinden. Makul
gelmişti. Sonra evlendik, ilk yılımız ev olma telaşı, benim tezimin telaşı
sonra hamilelik telaşı, sonra vefat, doğum telaşı, bir insanı ortaya çıkarma
telaşı derken geçti ve ikinci yıl dönümümüz gelip kapıya dayanmışken yani
ortalama bir buçukuncu yılımızda yurtdışı düşüncesi tekrar gündeme geldi. Ben
mütemadiyen kızımızla ilgilenirken eşim Avrupa’da bazı üniversitelere başvuruyordu,
kendi üniversitesinde bir şeyleri ayarlamaya çalışıyordu. Ben mütemadiyen
kızımızla ilgileniyordum. Bu iş olursa şimdi olmalıydı ama olmazsa da sorun
değildi. Aslına bakılırsa, ortada bir sürü somut delil olmasına rağmen bu işin
gerçekleşeceğine bir türlü inanmıyordum galiba. İnanmamak değil de şöyle
diyelim; elhamdülillah bir kızımız vardı ve elhamdülillah ki ben mütemadiyen
kızımızla ilgileniyordum bu yüzden de olayın içine, merakına, heyecanına tam
manası ile girememiştim.
Sonrasında olması takdir edilen tüm şeyler nasıl ansızın
gerçekleşirse bu iş de öyle gerçekleşti. Gerekli kabuller, izinler, biletler
alınmıştı ve 1 ekim 2017 Hollanda’ya uçuş tarihimiz olarak belirmişti. Ortada
kalacak yer, ev, oda vs. olmadan hem de! Şimdi bu şaşırma, ucub, abartma “hem
de”sini sonradan böyle kullanıyorum. O zaman hiç de acaip bir durum olarak
düşünmemiştim evimiz olmadan, bir bebekle Hollanda’nın ev kıtlığı çeken bir
şehrine öyle bir kuru bavulla gelmeyi. Olurdu, bulunurdu. 1+0 bir öğrenci
apartı yeterdi. Yalnızca mutfağımız banyomuz ayrı olsun, tamamdı. Gittiğimiz
yer eşyalı olursa bir yatağı atar yenisini alırdık, bir de kızımıza bir park
yatak. Eşyasız olursa bir yatak alırdık kendimize bir de kızımıza bir park
yatak.
Hareket tarihimize bir 10 gün filan vardı ve dostlarla,
tanıdıklarla vedalaşmalar başladı. Olanlar o zaman oldu. Herkes ev soruyor,
nerede, ne şartlarda kalacağız? “Bebekle zor olmayacak mı? Bebekle olacak mı?”
Bardağı taşıran son damla ise yine bebekli bir arkadaşın şu cümlesi “Valla iyi
cesaret!” Zaten ondan sonra da hep gergindim. Son hazırlıklar, son günler işte
öyle gergin geçti. Her gün internet sitelerinden yeni yerler buluyor, her gün
olamayacağı sonucuna varıyorduk. Evler aile için kalmaya uygun değildi. Bu
arada Allah affetsin o son duyduklarım üzerine darlanıp darlanıp eşimi
bunalttığım zamanlar da oldu.
Her şeye rağmen 1 ekim günü “meçhule giden bir uçak kalkar
bu limandan” diyerek mutlu mesut yola çıktık. Ailelerden ayrılmanın hüznü henüz
heyecanımızı geçememişti. “Tatile gidiyoruz gibi düşünün” diyorduk onlara da,
henüz kalacak yer rezervasyonumuz olmayan bir tatil…
Hollanda’nın başka bir şehrinde yaşayan bir arkadaşım devreye girmişti sağ olsun ve kızım ile beni ilk etapta o evinde misafir etti. (Başka
bir sürü yardımları dokundu, tren biletleri, telefon hatları, marketlerden
alınacak ürünler eğitimi bunlardan birkaçı.) O arada eşim kalacağımız şehirde bizsiz
3 gün geçirerek ev aramaya başladı. İstanbul’dan beri konuştuğumuz bir ev
vardı, bir Türk’e ait. Yalnız 4 odalı ve 4 katlı olup bizim için fazla büyüktü.
Allah nasip etti bu Türk kardeş bize bu evi ederinin altında vermeye razı oldu
ve camide kendilerinden “buradaki en iyi insanlar” diye bahsedilen ev
sahiplerimiz oldu. İlk günler başımıza gelenlerin şaşkınlığı ile geçiyordu, 1+0
ev ararken 4+1 bahçeli bir yer bulmamız, içinin yeni boyanmış, tertemiz ve
eşyalı olması, ev sahiplerinin torununun bebek yatağını getirip bizim eve
kurması, mama sandalyeleri, yürüteçler… Kısacası İstanbul’daki standartlarımızı
aratmayacak şeyler… Ve bu eve tam ikinci evlilik yıl dönümümüzde taşınmamız. Allah bize yeni yılımızda yeni bir ev kurmayı nasib etti. Bize de bunların şükrünü eda etmeye çalışmak düştü.
Gerçekten iyi cesaretti belki ama her şeyin bizim cesaretimize bağlı
olmadığını, nasip kavramının nasıl çalıştığını bir kere daha müşahede ettik. Demem
o ki, yeni bir şeye girişmeye niyet ettiğinizde “nasıl olacak, şu yok, bu yok,
iyi cesaret…” diyenlere parmağınızı dudaklarınıza götürüp bir “şşşşşt” işareti
yapın ve “nasip” deyin. Allah bize burada yaren olacak bir arkadaş aile bile nasip etti. Onların da gelişimizden bu güne çok yardımları dokundu. Gerçekten yalnızca nasip. Olmazsa döneriz diyorduk,
yine öyle diyoruz. Devamını yaşayarak göreceğiz.
Evimizin olduğu sokak
Şimdilik her şey yolunda gidiyor hamdolsun, sonbaharın
güzelliklerini böyle küçük ve tabiatı bozulmamış bir şehirde yaşamak harika
imiş. İnsan İstanbul için üzülmüyor değil ama ne diyelim büyük olmanın da
bedelleri var.
Buraları iyi yaşamayı, gözlemlemeyi, maksimum faydalanmayı,
kendimizi yenmeyi, yenilemeyi hedefleyerek geldik. Ne kadarını başarabiliriz
bilmiyoruz ama Allah’ın inayetini önemsiyor, çok önemsiyor, onu önemsemekten
başka bir şey bilmiyor ve her daim üzerimizde hissedebilmeyi istiyoruz.
Hollanda macerası hayr olsun; iyi düşünelim iyi olsun!
Yorumlar
Yorum Gönder