Maastricht Şehir Parkı ve Bishops Molen (12.11.17)


Geçenlerde yaşadığımız şehri şöyle bir gezelim, hem de sonbaharın son günlerini değerlendirelim diye buradaki arkadaşlarımızın tavsiyesi üzerine Maastricht Şehir Parkı'na doğru yürümeye karar verdik. Evimize uzaklığı yaklaşık 3,8 km olan park, şehri ikiye bölen Maas nehrinin kenarında ve şehir surlarının biraz dışında. Üniversitenin de bulunduğu ara sokaklardan geze geze şehir meydanını geçip, nehir kıyısına doğru ilerledik. 
 
Bu esnada gördüğümüz bir eskici dükkanının vitrininden
Ara sokaklarda aniden karşınıza sevimli heykelcikler çıkabilir, gözünüz aranır olsun :)
Yine üniversitenin civarında bir ara sokakta keman yapım atölyesi. Bu hızlı dünyada hala böyle sakin yerler olduğunu görmek güzel. 
Şehir parkına doğru yürürken görülecek ve uğranacak otantik yerlerden biri de Bishops Molen yani Piskopos'un Değirmeni. Yukarıdaki fotoğrafçılık harikasında kafası kesik değirmen çarkını görüyorsunuz. Bu değirmenin tarihi taa 7.yüzyıla dayanıyor. Aslında en başta mülkiyeti Belçika, Brabant bölgesi şövalyelerinden, Birinci Haçlı Seferi liderlerinden ve ilk Kudüs Krallığı kralı ünvanı ile bilinen Godfrey de Boullion efendiye ait. Hristiyanlar 1096'da Kudüs'ü Artukluların elinden almak amaçlı ilk Haçlı Seferi'ni yapmaya karar veriyorlar ve Godfrey de Boullion da elinde nesi var nesi yoksa satıp bu sefer için kendisine bir ordu hazırlıyor. İşte bu değirmeni de Liege Bölgesi Piskoposu'na kendisinden aldığı borç karşılığında rehin olarak veriyor. Çoluğu çocuğu olmayan dükle piskoposun yaptığı anlaşmaya göre eğer dük bu seferden dönmezse değirmen piskoposa kalacaktır deniyor ve dük 1100'de Kudüs'te öldüğü için öyle de oluyor. Değirmen de bundan sonra "Bishops Molen" olarak anılmaya başlıyor. Sonrasında değirmenin tarihi de Maastricht'in tarihi gibi çalkantılı. Kah Belçikalılar, kah Fransızlar ele geçiriyor ama sonuç olarak yıllara meydan okuyarak bu günlere kadar geliyor ve özel bir işletme oluyor.
Şu an turistik butik bir fırın/pastaneye çevrilmiş olan değirmende mükemmel görünen ekmekler ve elmalı turtalar pişiyor, ekmek/pasta atölyeleri yapılıyor ve üst katında tek odalı butik bir de hotelleri var. Burada konaklayanlar bu atölyeleri de paket içinde satın almış oluyorlar. Değirmenin tüm kısımları halka açık ücretsiz bir şekilde gezilebiliyor. 
Buradan geçip parka doğru ilerlerken bu değirmenin suyunun nereden geldiğini de görebilirsiniz. Nehre yaklaştığınızı hissettiren bir çağıltı ile bir kanaldan geliyor bu değirmenin suyu. 
Evet, böyle yürüye yürüye nehir kenarındaki surlara ve şehir parkına ulaştık. Maastricht de İstanbul gibi surlu, kaleli bir şehir. İşte bu kalıntıların hemen dibinden de şehir parkı başlıyor. Eminim ilkbaharda da güzeldir ama bu renkler içinde de bence çok cazibeliydi. Şehir duvarlarının park ile kesiştiği yerden bir kesit. Her gördüğüm ilginç ve sevimli yapıda, her gördüğüm doğa manzarasında şaşıra şaşıra, hayran bir şekilde gezdim.
Fotoğraflara sığmayan, şehrin en eski kapısı 1229 tarihli Hellport. Kurulduğu tarihten itibaren iki yüzyıl savunma amacı ile kullanılmaya devam etmiş. Ve evet, yalnız değiliz; bu surlarda da yıllara meydan okumak isteyen dünyalıların isimlerini ölümsüzleştirme çabaları mevcut!    
                   
Parkın içinde ördeklerin, kazların bulunduğu bir göl ve birkaç büyük kuş kafesi de bulunuyor. Yanlarına bu hayvanları tanıtan bilgiler eklemişler. Bu yönüyle minyatür bir hayvanat bahçesi de denebilir. Ya da sadece buranın gerçek ev sahiplerini de koruma altına alınmış bir vaziyette görebiliyoruz diyelim. Çocukla gezerken bu tarz ayrıntılar güzel oluyor. Yürürken yürürken üşüdüğümüzü fark ediyoruz. Evet bu parkın handikaplarından biri de şöyle bir köşeciğine kahvenizi, çayınızı alıp manzarayı izleyebileceğiniz bir büfecik dahi yapmamışlar. Biz de parktan çıkıp ana cadde üzerinde bir yerler ararken hemen yolun karşısında Maastricht'te kalabileceğiniz en ucuz olduğunu sandığımız Hostel'i yani Stayokay Maastricht'i görüyoruz. Lobisinde sıcak bir ortamı ve al götür kahveyi 1 € ya bulabileceğiniz bir kafeteryası var.
Biraz ısınıp o sırada orada açılışı yapılmakta olan bir çocuk giyim mağazasının defilesinin izliyoruz :)
Bu da defile sırasında lobide görülen bir ayrıntı. Maalesef ortamı geniş bir şekilde hiç fotoğraflamamışım. Bir de burada yüzümüze tebessüm katan bir diğer küçük ayrıntı ise çıkarken bir hanımın gelip Ayşe Zülfa'nın bebek arabasında sarı bir uçan balon bağlaması oldu. Bu balon kısçeye iki gün güzel arkadaşlık yaptı.
Sonra tekrar parkın içinden geçip sur duvarlarının birinin hemen altına şal serip ikindiyi kılıp eve doğru yol alıyoruz. Meydana gelmeden bir önceki durakta artık hem hava karardığından, hem acıktığımızdan bir an önce eve varmak için otobüse binmeyi tercih ederek evimize doğru yola koyuluyoruz. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Almanya gezisi, Stuttgart ve Ludwisburg, 1.5.18

Waldorf Yöntemiyle Çocuğumu Büyütüyorum Kitabı Hakkında

Ayarlarla Oynamak, Oyuncak Müzesi-2