Derde Deva Kantaron

Son zamanlarda bloga yazmak için fikirler uçuşup duruyor kafamda. 

Bir konu seçiyorum ama sonra "Bu konu hakkında fikir beyan edecek kişi ben değilim" diyorum, başka bir konu belirliyorum, sonra kendime "Bu konu hakkında ahkam kesmek sana mı kaldı?" diyorum. Sonuç olarak sürekli kendime haddimi bildirip hiçbir şey yazamıyorum.

Hadi o yumurta-tavuk ilişkisi misali büyük sorulardan biri gelsin: Bir şeyi anlatmak için o konuda yüzde yüz yetkin olmayı mı beklersiniz yoksa öğrenmekte iken de anlatabilir misiniz? Şahsen ikincisini tercih etmeye karar verdim. Aslında zaten benim için anlatmak her zaman anlamak ve öğrenmek için bir yol olmuştur. Lisede sınavlara bir önceki akşam çalışır, ertesi gün sınıfta arkadaşlara anlatırken iyice pekiştirir ve sınava öyle girer iyi de notlar alırdım. Öğrenme aşamasında anlatmanın çok hayrını gördüm yani. 

O yüzden bundan sonra öğrendiğim ve anlatmak istediğim şeyleri hafife almayıp, burada yazmayı geciktirmeyeceğim. Belki başkalarının da işine yarar veya birine yeni bir pencere açar da ben de hayat amaçlarımdan birini gerçekleştirmiş olurum.

Bu aralar öğrendiğim şeylerden birisi kantaron bitkisi ile ilgili.
sarı ve kırmızı kantaron ile ilgili görsel sonucu
Tabii ki televizyonlardaki kadın kuşağı programları ve sosyal medya sayesinde bitkisel ilaçlar hakkında oldukça fazla şey biliyoruz artık hepimiz. Kantaron da daha önce duymama rağmen Ayşe Zülfa'nın geçenlerde geçirdiği bir kaza sonucu eli derince kesilince iz kalmaması için ne yapmak gerekir derken yeniden gündemime girdi. Sarı kantaron (St. John's Wort, Hypericum Perforatum) da yaralar, kesikler ve izler için oldukça önerilen bir bitki. Yurt dışında, özellikle eczacılıkta gelişmiş Almanya'da oldukça fazla kullanılıyor ve bu ismi duyunca Almanya'da otobanda giderken kenarlarda gördüğümüz uçsuz bucaksız kantaron tarlaları geliyor hep gözümün önüne.

İbn Sina tıbbın kanununu yazdığı kitabında bu bitkiden mayasıl otu olarak bahsedip, onun ateş yanıklarına ve cerahatlere çok iyi geldiğini söylemiş. Galen'den de alıntı yaparak sadece çiçeklerinin değil meyvelerinin de kullanılabileceğini belirtmiş. Ama maserat olarak kullanılan zeytinyağı içindeki halinden bahsetmemiş. (İbn Sina, el-Kanun Fi't Tıb, çev. Esin Kahya, AKM Yayınları, s.210)

Yalova-Esenköy pazarında gördüğüm Cem Karaca tarzı yaşlı ve rockçı pazarcı amca da, kendi bahçesinden, dededen kalma tohumlarından getirdiğini söylediği sarı ve kırmızı kantaronları satarken tişörtünü kaldırıp eliyle göğsüne bir kesik atar gibi yaparak, "hah şöyle kesilmiş yaraya sür, bir haftaya hiçbir şey kalmaz" diyordu. Bir de bu amcaya göre sarı kantaronu televizyonlar meşhur etmiş ama kırmızı kantaronu pek kimse bilmezmiş, onun da bilinmeye hakkı varmış. (Üstte sarı, aşağıda kırmızı kantaron)

Yanlış görmüyorsunuz, garip şekilde sarı olan daha koyu, kırmızı olan daha açık renk, kurutma sonrası renkleri bu. Zaten kurumadan önce kırmızı denen de kırmızı değil, pembe! Neyse.

Kırmızı ve Sarı Kantaronun Faydaları

Kırmızı olanın sarı olandan farkı çay gibi demlenip içilebilir olması imiş ve mide/sindirim sistemi rahatsızlıklarına iyi gelirmiş. Onun haricinde sarı olan da kırmızı olan da maserasyon tekniği ile zeytinyağında 40 gün bekletilir yani bunların özünün geçtiği bir maserat elde edilir ve yaralara sürülürse damar büzücü özelliklerinden dolayı kanamaları durdurmada, yanık ve yaraların tedavisinde oldukça etkili imiş.  Hadi bir de kozmetik bilgi; sivilce izlerine dahi iyi geliyormuşlar yahu. Sarı kantaron yağı ayrıca romatizmalar, eklem ağrıları ve migren için de masaj yağı olarak kullanılabilirmiş. Ve daha ayrıca uçuklara ve daha ayrıca PMS sancılarına da iyiymiş.  Daha ayrıca da bebek pişiklerine! Daha ne olsun!

Yapım aşamasında iki cinsin de taze çiçekleri kullanılırsa, süreç tamamlandığında zeytinyağının rengini kıpkırmızıya çeviriyorlarmış ve bu kırmızı renk içerikteki hypercin adlı etken maddeden dolayı imiş. Bu madde hem anti-viral hem de anti-depresan etkiye sahipmiş. Alın bakalım bir marifet daha! Subhanallah demeden geçemeyeceğim.

Ben yukarıda görüldüğü gibi kurutulmuş olanlarını kullandım, okuduğuma göre kurusu ile daha az sonuç alınıyormuş, ve yağ kıpkırımızı değil, daha sarıya dönük bir renkte oluyormuş. Anladığım kadarı ile kurusu daha çok çay olarak demleyip içmelik ama ben o şekilde tüketemeyeceğimizi bildiğim için az verimle de olsa yağını hazırlamayı tercih ettim.

İki gün önce oturup bir dolu hakiki zeytinyağı feda ederek ikisinin de maseratını kurdum, kapaklarını besmele ile kapatırken, içlerine Ya Şafi, Ya Kafi isimlerini üfürdüm, 40'lanmalarını bekliyorum. Açıp kullandığım zaman gelişmelerden haberdar ederim efendim.

Yorumlar

  1. Şifa olsun efenim elinize sağlık :) ek bilgi : sürüp de güneşe çıkmayınız!

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederiz efendim :) ve çok faydalı bir ekleme oldu 👍

    YanıtlaSil
  3. Gerçekten de bir lütuf bu sarı kantaron, ben de yol kenarlarında bulduğum tazeciklerden kurdum yine bu sene yağını. Kaynar su dökülen yere bile sürünce hop acısını alıyor, kızarıklığını alıyor. Bu sene Deniz sonrası güneş yanıklarıma da kullandım ve memnun kaldım diyebilirim. Her eve lazım bir yağ, eklem ağrısına iyi geldiğini bilmiyordum. Tam ağrımın üstüne denk geldi yazdığınız efenim, hemen masaj yapmaya gidiyorum. Size de şifalar olsun

    YanıtlaSil
  4. Teşekkürler kıvırcık bulutcum :) her evde bulunsun ama inşallah kimseye lazım olmasın. eklem ağrılarında İbn sina 40 gün çayını demleyip içmek de iyi gelir demiş. Yağını sürmek iyi gelir diyeni de okudum. İnşallah tam bir deva olur, Allah şifalar versin sana da

    YanıtlaSil
  5. Güncelleme: sarı kantaronun kurusu ile maserat yapmak imkansıza yakın. Tazesi lazım,içindeki hiperisin solmadan :) En iyi toplama ve yağ kurma zamanı ilkbaharda sarı çiçeklerini elinizle ezip kıpkırmızı kan gibi bir renk elde ettiğiniz zaman imiş.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Almanya gezisi, Stuttgart ve Ludwisburg, 1.5.18

Waldorf Yöntemiyle Çocuğumu Büyütüyorum Kitabı Hakkında

Ayarlarla Oynamak, Oyuncak Müzesi-2